30 Kas 2008

ıssız adam'ın anlamazdım'ı



ıssız adam'ı daha seyretmedim daha ama izleyenlerin dillerinden düşmüyor, biliyorsunuz; ağlayanlar, müziklerine vurulanlar...

genel bir beğeni söz konusu olunca insan ister istemez, 'acaba?' diyor.

velakin ben, bu filmle ilgili olarak hiç öyle hissetmiyorum. nasıl bir filmle karşılaşacağımı bilmeme rağmen yine de çok merak ediyor, biraz da bu tarz bir filmin bana iyi geleceğini düşünüyorum.

bunun üzerine, izmir güzeli sema, ayten akman'ın "anlamazdın"ını gönderdi. iki gözüm iki çeşme onu dinliyorum. biraz nostalji etkisi yaptı galiba.

bu şarkı daha kim bilir kaç kişinin duygularına tercuman oluyordur?

sade olmak gibisi var mı? ben aslında öyle biriyim ama öyle olmam, çoğu kişiyi ve beni korkutuyor. daha ağdalı olmam gerekiyor galiba...

şimdi sizlere, kendi özel gündemime denk düşen bu naçizane şarkının sözlerini sunuyorum:


Anlamazdın
Ayla Dikmen

Sevilirken bilmedin mi?
Ben söylerken gülmedin mi?
Falımızda hasret var, ayrılık var demedim mi?
Anlamazdın anlamazdın,
Kadere de inanmazdın.
Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın?
Dilerim ki mutlu ol sevgilim,
Ben olmasam bile hayat gülsün sana.
Günahım boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda.
Kalbim bomboş kaldı sanma,
Acılar geçer zamanla.
Aşka tövbe demem ben,
Görürsün sevince yeniden.
Anlamazdın anlamazdın,
Kadere de inanmazdın.
Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın?
Dilerim ki mutlu ol sevgilim,
Ben olmasam bile hayat gülsün sana.
Günahım boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda.



22 Kas 2008

nerden başlasam acaba?...

hala internetim yok. olacak gibi de görünmüyor. bu çağda internetsiz kalmak da çok ayıp doğrusu.

günlerdir nöbet tutuyorum sanki. hiç vaktim yok. okula yayan gitmek de ayriyeten beni çok yoruyor. gerçi spor yapma fırsatı doğurduğu için de seviniyorum. yürürken teoman'ı dinliyorum ve artık ondan da bunaldım. başka bir müzik koyacak enerjiyi de kendimde bulamıyorum.

geçen gün yeni aldığım çizme ile ilgili problemi gidermek için mağazaya gittiğimde, ordakiler metallica dinliyordu. bir yandan adamlara kızıyor, bir yandan da ''aa metalica'yı ne kadar özlemişim,'' diye müziğe kulak kabartıyordum.

adamlara, ağzıma geleni söyledikten sonra az kalsın ''bir kaç şarkıyı mp3'üme yükler misiniiiniz?'' diyecektim ama demedim: zira onlara çok kızgındım ve oradan havalı çıkmam icap ediyordu.

platon'un devlet'ini yatağımın başucuna koydum fakat hala kapağını açmadım.

geçen pazartesi günü okula giderken pek keyfim yoktu. çocuklara bir sunu hazırlamıştım ve bilgisayarımı kurmaya çalışıyordum. konferans salonunda kablolarla uğraşırken hitler adını verdiğim, aslında sakarlığı ile tatlı bulduğum müdür yardımcısı geldi; ''milan hanım, 7/A'nın dersi boş.. rica etsem, boş iseniz girer misiniz?'' dedi ve o vakit sinirden yanıp kavrulmaya başladığını hissettim.

böyle bir psikolojiyle adama önce sessizce baktım. sonra da ''hocam çok işim var ama...'' dedim.

''kayıtlara baktım, siz uygun görünüyorsunuz,'' dedi, yüzüne düşen hitler modeli saçını eliyle geriye iterek.

söyleyecek bir mazeret bulamayan ben, işimi yarıda keserek öğretmenler odasına çıktım. o vakte kadar, boş dersim olmasına rağmen çay bile içecek zamanım olmamıştı.

öğretmen odasında bir öğretmen oturmuş çay içiyordu. başka bir öğretmen, bilgisatyarda fal açıyordu. bir öğretmen de gazete okuyordu. o an sinirim beni tam olarak ele geçirdi.

hitlerin yanına gittim ve ona derse giremeyeceğimi çünkü hiç boş vaktim olmadığını, çay içmek istediğimi söyledim. cevabını beklemeden kantine indim. sunudan da vazgeçtim. genç ve acemi md. yrd. sı hiç bir şey söylemedi ama yüzünde hafif bir kızarıklık farkeder gibi oldum.


bir de o gün sınıfımın müzik dersi vardı. ben de bir ödev hazırlamıştım ve sınıfıma dağıtmam gerekiyordu. müzik öğretmeninden dersinin son 10 dakikasını alıp alamayacağımı sordum. o da izin verdi.

ççocuklara da son 10 dakikalarını alacağımı söyleyince kıyamet koptu. önce istemediler ama ben onları kandırdım.

böyle bir yoğunlukla gün bitmek üzereyken, öğrencilerimden arif ve uğurcan yanıma geldi. bana heyecanla bir şeyler anlatıyorlardı. fakat ben sınıf defterini doldurmakla meşgul olduğumdan onların ne dediğini tam anlamıyordum. bir ara ''oğuzhan, size, küfür..'' gibi şeyi duyar gibi olunca, ''ne oldu, baştan söyler misiniz?'' dedim. onlar da ''öğretmenim, oğuzhan var ya, müzik dersini aldınız diye size çok kötü küüfür etti.'' dediler.

ilköğretimin birinci kademesinden bir öğrencinin öğretmenine küfür etmesi benim içim olağan bir şey değildi ve olay illgimi çekti. normalde böyle bir şeyin üzerinde durmazdım ama hem oğuzhan'ı çok seviyordum hem de onu entellektüel bir öğrenci olarak kabul ediyordum. bu yüzden neden küfrettiğini merak etmiştim. ''nasıl bir küüfürdü?'' diye sordum. onlar da utanarak ''söyleyemeyiz, ama...'' dediler.

onları arkadaşlarını ispiyonluyorlar diye önce azarladım. arkadaşlarını korumak zorunda olduklarını, bana öyle haberler getirerek gözüme giremeyeceklerini söylerek onları yanımdan postaladım.

eve giderken arif ile uğurcan bana eşlik ediyordu, ''iyi de oğuzhan küfretmez ki?'' diye merakımı gidermeye çalıştım. onlar da '' öğretmenim size, ...na koduğumun öğretmeni, niye müzik dersinin on dakikasını aldı!!! dedi,'' diye karşılık verdiler. ben gayri ihtiyari, gülmeye başladım..''niye komik geldi, oğuzhan kafayı mı yedi? çocuklar mı çok komik söyledi? benim kızmam mı gerkiyor?'' derken çocuklar da gülmeye başladılar.

ertesi gün okula geldiğimde rehberlik öğretmeni ile durumu görüştüm. ''birlikte bir küfür etkinliği yapalım. ''dedi. rehberlik saatininde yapacaktım.

sınıfta onunla karşılaştığımda onun gözlerine bakarak ''kızdığınız zaman ne yaparsınız?'' diye sınıfa soru yönelttim. herkes bir şeyler söylüyordu. oğuzhan ise susmayı tercih ediyordu. '' oğuzhancım, biri elinden en sevdiğin şeyi alırsa ne yaparsın?'' diye sıkıştırdım onu. sonra kendimi tutamayıp öğretmen hastalığı olarak gördüğüm nutuk atma olayına başladım: '' ''öfkemizi kontrol etmemiz gerektiğini, yoksa hiç dostumuzun kalamayacağını, ilişkilerimizin zarar göreceğini, ne güzel bir anne-babası olduğunu, kendisinin sokakta büyümediğini, doğruyu ve yanlışı ayırabileceğini fakat her şekilde onu sevdiğimi.... '' diye sıralarken oğuzhan birden ayağa kalktı ve ağlayarak, ''hayır benim annem babam yok, güzel de değiller, onlar ayrılıyorlar, olsa keşke!'' dedi.

ayrılık hikayesini biliyordum. bu sefer de ''onları bahane etmemesi gerektiğini, anlaşamıyorlarsa da ayrılığın daha doğru bir karar olduğunu...'' söyleyerek nutkuma devam ettim.


oğuzhan'ın küfrünü duyduğumda neden güldüğümü şimdi farkediyorum: bazen benim içimden de öyle küfürler savurmak geliyor. kendimi kontrol etmemek, ''..'na koduğumun beyinsizi ve bilmem ne ettiğimin domuzu...'' diye mırıldanmak beni bayağı rahatlatıyor.