25 Haz 2007

bir var, bir yok

bir türlü tam olarak yerine getiremediğimizi düşündüğümüz sorumluluklarımızın yarattığı hezeyanlar hayatımızı çoğu zaman felce uğratıyor. sorumluluklarımızı yerine getirmekte zorlanıyoruz. zorlandığımız için de psikolojimiz bozuluyor. piskolojimiz bozulunca da hayatımız boktan oluyor. şunu bunu suçlamaya, 'niye ben?' demeye, başlıyoruz.

erhan'a gelince yukarıda anlattığım şeylerden dolayı son bir yıldır Onu gördüğüm söylenemez. sendika yönetimi de o'nu unuttu. hayalet gibi bir burda, bir orda. o da kendini unuttu sayılır. 'erhan bey, güle güle! sevgili kankam, saygılar!'

21 Haz 2007

yaprak sarması

yoğun günler geçiriyorum.
bir de şu köye gitmemek için katıldığım izcilik kursu beni telef etti. bir de akşamları spora gidiyorum, bir de müdürlük işlerini yürütüyorum, bir de sarma sarıyorum. saat; 02.00'da bitti. pişirdim de. fakat sanki olmadı. sarmalar gereğinden fazla şişti. her neyse. ben hayattayken'in tadına bakmasını istiyorum. bakarsa belki çok beğenir ve sarmaya karşı takındığı acımasız tutum yok olur. bu da benim sayemde olur.
şu sıralar bir karmaşa içinde bulunmamdan dolayı kendimle ilgili her konuda bir ayar çekmem gerektiği düşüncesindeyim. dolayısıyla blog ismimi de değiştirdim. bu günlerde muallime olarak kendimi iyi hissetmiyorum.

if I were a rich man, nını nını....

3 Haz 2007

hafta sonu

tatar çölü:
iç karartıcı bastiani kalesi'ne vardığında genç teğmen giovanni drago tarifsiz bir sıkıntıya kapılır. ilk görev yeri olan bu kaleyi bir gece bile kalmadan terk etmeyi ister. harekete geçemez. kalede en fazla dört ay kalmaya karar verir. alışkanlıkların uyuşturucu etkisi, askerlik gururu, gündelik ritüellerle dolan bir hayat boşluğuna bağlanması ve tatar çölü'nün vahşi cazibesi bu dört ayı yıllara çevirir.
tatar çölü, niçin yaşadığımızı ve insanın alışkanlıklarına sarılmasını sorgular.

dersten sonra sanayi'ye gittim. brodi'nin bir kaç küçük sorunu vardı. izbandut gibi bir adamla 'yurtta çalışan bir elemanın kocası' brodi'nin sorunlarını konuşmaya çalıştım. lakin izbandut adam, beni dinlemiyordu. 'şu yapılacak, bu yapılacak' diyordu. ben ise 'hayır, nasıl yani?' gibi karşılıklarla o'nun brodi'ye müdahale isteğini engellemeye çalıştım. sürekli konuşuyordu. ben o kadar bunaldım ki, kendimi, izbandut adam'ın da benden kurtulmaya çalışması ile eve attım.

fakat bekle bekle arabadan ses yok. adam aramıyor. neyse ki saat 20:45'te izbandut hayvan adam aradı. 'hocam işi yeni bitti. ben arabayı getirecem, siz de beni bırakacaksınız.' dedi. beni bir korku sardı. adama 'ben bu saatte bırakamam' dedim. adam anlamıyor. benim evim taa bilmem nerde, nasıl gidecem?' gibi laflar etti. yanıma alacak kimse yok. o kadar kızdım ki. 'tamam lan izbandut adam, bırakacam' dedim. saat 21:00'da kızgınlıkla ve korkuyla bindim arabaya. adamı eve bırakacağımı sanıyordum. meğer, onu tekrar sanaiiye bırakmam gerekiyormuş. çünkü arabası ordaymış. orası öyle bir sessiz geldi ki, kafayı yiyecektim. bu tatar çölü'nde yardım isteyebileceğin kimsenin olmaması ve de böyle bir yerde kendi işimi halletmek zorunda kalmam beni çok yıprattı.
sonuçta eve sağ salim geldim. adam elime bir liste tutuşturdu; masrafı yüz milyon olarak gösterdi.
ertesi gün listedeki parçaların gerçek fiyatının 20 milyon civarında olduğunu bir arkadaştan öğrendim.

songül bdilek ve ben 'next' filmine gittik.
film, philip k. dick' in 'altın adam' adında bir romanından uyarlanmış. biz beğendik ama romanı okuyanlar hiç beğenmedi. kitabın çar çur edildiğini düşünüyorlar.
işte böylee...