21 Ara 2008

ıssız kadın'dan

birkaç arkadaşla ıssız adam filmini kadın kadına seyretmemiz gerektiğini, filmden daha çok zevk alabileceğimizi konuşmuştuk. bunun üzerine ergül arkadaşım, diğer arkadaşlara da haber verdi ve filmi 21 kadın birlikte seyrettik.

filmi seyrederken biraz tedirgindim. daha önce bana, ‘filmin ikinci yarısında çok ağlayacaksın.’ denmişti. herkesin önünde ağlamak istemiyordum. çünkü kendi ağlamalarımı bilirim, bazen hıçkırıklara dönüşebiliyor.

sevdiğim adam cem yılmaz’ın arog filminin fragmanlarından sonra nihayet film başladı. kahramanımız cetleşiyordu ve çok iyi bir aşçıydı ve kendini bir gazeteciye pazarlamaya çalışıyordu; fakat sanki böyle sahneleri başka dizilerde ya da filmlerde (adını hatırlamıyorum.) görmüş gibiydim. Aslında pek çok sahnesinin başka filmlerin etkisiyle çekilmiş olduğunu düşündüm. Bu düşüncelerime rağmen filmin tatlı, çoğu yerindeki naif esprilerine güldüm. sağ ve solumda oturan kezban ve ebru da eğleniyor görünüyordu.
filmi izlerken önce hangi karekterle özleşeceğime karar veremedim, ada karekterine çok az yakınlık duydum ama ıssız adam bana daha yakın gibiydi. annesiyle ilişkisi, kendine tahammül edemeyişi, kendi hayatı karşısında sessiz kalışı…

kız ise cıvıl cıvıldı. mutluydu, istiyordu, kendine güveniyordu, işini kurmuştu, anaç bir tarafı da vardı. Erkek kahramanımızı da yola getirmiş gibiydi. ammaa süreç öyle işlemedi ve adam pat diye ayrılmak istediğini söyledi. hanım kızımız yıkıldı tabi. ilerde göreceğimiz gibi durumu atlatmak için iyi bilinen bir şeyler yapacaktı.

ıssız adam’ın, ikinci yarıda, çevresindeki gelişmelere bakarak neyi kaybettiğini anlamasıyla içimi bir korku sardı.
filmin başından beri hiç ağlama gereği duymamıştım. özellikle annenin, ada’nın diyalogları o kadar sahte geldi ki bunalır gibi oldum. sanki üçü ve biz seyirciler bir tiyatro sahnesinde gibiydik.

derken ıssız adam sinemada ada’nın en yakın arkadaşının yüzünü gördü. birkaç saniye sonra da ada’nın; fiziksel olarak biraz değişmiş görünüyordu. olgun bir görüntü sağlayan boynunda inci bir kolye takmıştı. fakat sinema çıkışında o kolye gözümün önüne gelecek ve ondan nefret edecektim.
benim içimi bir sızı kapladı, sanki tansiyonum düşer gibi oldu. bir de sağımdan ve solumdan hıçkırık sesleri mi geldi ne?
ada evlendiğini duyurduğu anda yanımdakiler nefesini tuttu. hayat zordu ve her ikisi de evliydi.
ben ise neleri kaybettiğimi görüyordum. düzelemeyeceğimi, kavgalarımla ve ne istediğimi bilmemekle herkesi canından bezdireceğimi, yanımda kimsenin kalmayacağını, bir gün herkesin yanında bir çocukla, mutlu olmasa da, toplumda yalnız ölmeyecek kadar yer tuttuğunu göreceğimi fark ettim.

bu kadar ıssızlığın yanında, bir de evi ısıtamamak, bu karda kışta işe yayan gitmek, araba alamamak, grip olmak, geceleri aniden uyandığında yalnız olduğunu bilmek ve kimseyi arayamamak, doktorun geceleri ateşin çıkıyor mu?’ sorusuna ‘bilmiyorum ki’ yanıtını vermek ve doktora sarılıp ağlamamak için kendini zor tutmak, çorum’da olmak eklenince işler biraz daha acıklı hale geliyor.
hıçkırıklar boğazımda düğümleniyordu. yanımdakilerin burun çekişlerini duyuyordum. fakat iki koltuk ötede oturan bayanın, ağlayanların yüzüne bakıp gülmesi, yanındakileri rahat bırakmaması can sıkıcıydı. buna rağmen hıçkırıklarımı artık kendim duyabiliyordum. hatta ağzımı çocuklar gibi yaydığımı da söyleyebilirim.

hemen eve gitmek ve iki bira içmek için yola düşecekken, bir arkadaşın evinde el yapımı bir sürü şarap içerek ve saçmalayarak gecemi bitirdim.