29 Nis 2008


hava çok soğuk ve benim başım çok ağrıyor. sürekli uyumak istiyorum. 24 saat uyuma fırsatı verseler uyurum. okulda da uykulu gözlerle çocuklara bakıyorum. onlar da hava muhalefetinin etkisiyle aynı modda görünüyorlar.

bugün fen ve teknolojiden sınav oldular. sınavda, ''dünya'nın yuvarlak olduğunu kanıtlayan denizci kimdir?''sorusu vardı. şıklara da; macellan, kristof colomb, pisagor ve aristo yazdım. soruyu hazırlarken hiç ismini duymadıkları bir isim olan pisagor'u yazayım da karıştırmasınlar, dedim; kristof colomb ile macellan arasında gidip gelirler fakat biraz dersi dinleyen yapar, diye düşünmüştüm.
sınavdan sonra verdikleri yanıtlara baktım. sınıfın yarısı pisagor'u işaretlemiş. akıllarına ne geldi? niye pisagor? pisagor kim?...
normalde bu durum beni şaşırtırdı, sınıfa sorardım. ama hiç içimden gelmedi. belki pisagor'u yarın onlara anlatırım.

justien'i daha bitiremedim. uyumaktan fırsat bulamıyorum. sarhoş halim geçince çalışmalarıma hız vereceğim(!)

24 Nis 2008

before sunset


23 nisan etkinlikleri ve başka şeyler...
yarın da bizim okulun şenliği var. nihayet ekibin işi biraz olsun oturdu. fakat bir figürü eksik göstermişim. onu düzelteceğiz, diye canımız çıktı.
sonra eve geldim. sabah seyretmeye başladığım ve bitiremeden gitmek zorunda kaldığım ve gün boyu aklımdan çıkaramadığım before sunset'i tamamladım. sonra baştan sona bir daha izledim. anlattığı her şeyden çok etkilendim. orda ismi 'che' olarak geçen kediden, paris sokaklarından, filmin atmosferinden, celine'nin konuşmalarından, bir erkeğin bir kadına bakarken duyduğu hayranlıktan ve bir kadının bir erkeğe bakarken duyduğu sevgiden, filmde nina simone'yi celine'nin dramadize etmesinden...
ne güzel bir filmdi. filmin sonunun gelmesini hiç istemedim. bittikten sonra da tekrer tekrar izlemek, tüm günü filmle geçirmek isterken işlerim, her şeyi ertelememi uygun gördü.
simdi ise biraz üzgün, biraz donuk, biraz da umutlu hissederek dışarı çıkıyorum.

8 Nis 2008

uyuyan güzel


pazartesi 'yaşlılara yer yok'a gittik.
beklentilerimizin tamamen dışında bir film idi.
fakat ben filmi değil de beNHayattayken'i anlatmak istiyorum:
sinemaya üç arkadaş gittik. film anında bizi içine aldı; hiç beklenmedik adam öldürmeler, nedir neden diye, filmin bize yönelttiği sorularla boğuşurken, birden yan tarafımda oturan beNHayattayken'den bir inilti sesi gibi bir şey geldi. yüzümü ona çevirdim. inanamıyordum. hemen onu dürttüm. beNHayattayken kendinden geçmişti.
dürtmeyle 'ben zaten kendimdeyim ki, uyumuyordum ki' imajı yaratmak isteyen erhanbey, ''süper film süper film...'' diye sayıklamaya başladı. ben ise ''inanmıyorum ya, böyle gerilim v soru dolu bir filmde nasıl olur?'' diye hayıflanıyordum. yanımdaki arkadaş da ''uyuyo mu uyuyor mu?'' diye soruyordu.
herneyse, ikinci bölüm başladı.
filmin en heyecanlı yerindeyiz. sürekli kan akıyor, irkilmeler yaşıyoruz. hatta bazen ellerimizle gözümüzü kapatıyoruz. başrollerde olduğunu düşündüğümüz ve sempati beslediğimiz ve elindeki paraya sahip çıktığımız ve kaptırmasını istemediğimiz oyuncunun pisi pisine öldürülmesi olayını yaşarken gene yan araftan bir cızırtı sesi geliyor.
salon buz gibiydi. erhanbey ince giyinmişti ve üşüyor olmalıydı. böyle bir ortamda bir insan nasıl uyuyabilirdi?
tekrar aniden erhanbey'in eline tırnaklarımı geçirdim.
irkilerek kendine gelen erhanbey, ''saçmalama, uyumuyorum ki, nefes alıyorum.'' dedi.

oldu.
gözlerim doldu.