30 Kas 2005

öğretmenler

her zamanki işler... sabah kalk, elini yüzünü yıka, varsa kahvaltı; et, 8'de arabaya bin, okulda sobaları yak, dersler, öğlen tatili ve bu arada resmi işleri yap, öğle sonu dersleri, 3,30'da çorum'a geri dönüş vs. hep aynı.
çocuklarla bir dergi çıkarmaya çalışıyoruz. köyleri ile ilgili çok güzel şiirler yazdılar. aralarında çok başarılı öğrenciler var. fakat uygulanan bu sistemde pek de sansları yok. hep gece kondu okullarında okumak zorunda kalacaklar. onlara bir şans verilebileceğini sanmıyorum. bir de birleştirilmiş sınıf mezunu olarak bir çok eksikleri çıkacaktır.
bunlar için bir eylem yaparsın, ilk önce onlar karşına çıkarlar. ''devlete karşı mı geliyorsun'' diye sana saldırırlar. kardeşim 'eğitimde eşitlik', 'parasız sağlık, parasız eğitim' deriz bıyık altından bize gülerler... allah müstahaklarını versin.
hafta sonu uzmanlık sınavı oldu. sorular çok basitmiş. arkadaşlarımın ısrarı sonucunda bu sınava girecektim(yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal misali) fakat ben giremedim. çünkü bankaya yatırdığım paranın makbuzunu onaylamayı unutmuşum. yatırdığım 30 milyon da uçtu. geriye vermiyeceklermiş. banka paramı yedi. o da iş bankası. bu nasıl iştir ya rabbi? şimdi ben uzman olamayacağım. çünkü başarısız sayılacağım. uzmanlar da 75 milyon fazla alıp bize hava atacaklar.
tüm yağcılar uzman olacak. ne bilgi, ne çalışkanlık, ne özveri dikkate alınacak. tüm bunların yanında bu sınavla aşağılanmış olacaksın. girsen de girmesen de. bizi bu duruma düşürenin allah müstahakını versin.

28 Kas 2005

ampül tayyip

am-pul tay-yip, am-pul tay-yip.... sağ eli havada ampulü yerleştirir gibi çeviriyorsunuz. sonra da bağırıyorsunuz: am-pul tay-yip... en güzel slogandı. hem bağırıyor hem de eğleniyorduk. ben ise polisi atlatıp ankara ziya gökalp caddesi'nde slogan atarken zevkten dört köşe idim.
anladığınız üzere, sendikamın aldığı karar doğrultusunda ankara'ya basın açıklaması yapmak için gittim. fakat bizi ankara'nın elmadağ ilçesinde bir jandarma ve polis taburu beklemekteydi. biz de önce çift şeritli yolu kapattık. yollar kapatılınca bekleyen taşıtlar kızdılar. onlarla karşı karşıya gelmemek için yolun tekini açmak zorunda kaldık. tabi ben bu kararı doğru bulmadım. çünkü ne zaman bir hak talep etsek kenarda 'bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın' diyen insanlarla karşı karşıya geliyoruz. ama nereye kadar bu adamların rahatını kaçırmaktan korkacağız? yılan olmaktan rahatsız olmamak demek, belirleyici olmak demektir.
her neyse, polis ve jandarma ankara'ya geçiş yapmamıza izin vermediler. biz de küçük gruplar halinde otostop ile gitmeye karar verdik. bir kaç grup kaçtıktan sonra polis durumu fark etmiş olmalı ki kalan üyeleri tesis bahçesine sıkıştırdı.
ordan burdan gelebilen kişilerle epey bir kalabalık oluşturduk.
'u-le-ma-ya sor, bu iş için ne de-di' sloganı ile koskoca türkiye cumhuriyeti'ni yöneten kişinin nasıl bir zihniyete sahip olduğuna vurgu yaptık. türkiyenin dörte üçünün ulema olduğunu da unutmamak lazım. kaya dibi tesislerinde bir gece kaldık. o kadar üşüdüm, o kadar üşüdüm ki anlatamam. inanilmaz(!) üşüdüm yaane.

23 Kas 2005

kayıp anahtar

aman sormayın başıma gelenleri. iki gün deli danalar gibi gezdim. her mekanda bir şey unuttum. sendikada sınıf defterimi, okulda dosyamı, pastahanede telefon kartımı. (ama şansıma hepsi de geri döndü bana bir şekilde.)
velhasıl en önemlisi de okul anahtarının öğrenciler tarafından kaybedilmesi oldu. çorum'dan geliş gidiş yapan bana, pazartesi akşamı eve varır varmaz telefon geldi: "anahtar kayıp, okulu kilitliyemiyoruz. biz ne yapacağız?" bilgisayar ortada. ben çorum'da. beni korku sardı. okulun tümü, çakılı bile bana zimmetli olduğu için tedirginliğim iyice arttı. köye bir sürü telefon açıyorum. -"ne yapıp edip okulu kapalıymış gibi gösterin." böylece sabahı zor ettim. belki ilk defa okula heyecanlı gittim.
okulun bahçesine tüm çocukları yerleştirdim. uzun bir alan taraması sonucunda güzelim anahtarı karın içine gömülmüş durumda bulduk. sevinçten hepimiz havaya, 15 cm.lik bir yükseklikte, sıçradık.
mutluyduk. bundan sonraki dersler çok tatlı geçti.
şimdi de dosyamı bulamıyorum... nerde benim dosyam?
ne olacak benim halim ha...
(arkadaşıma sevgiler)

18 Kas 2005

yeni etkinlik

bir kitap okuyorum söylemesi ayıp, ev arkadaşım olan kişiden aldım.marques'in "Yazmak İçin Yaşamak" hayatı hep yazar olmaya odaklanarak geçmiş ve daha küçük yaşlarda ne istediğini bilmiş. nasıl bir şeydir! hem ne istediğini bileceksin hem de bu uğurda tüm eziyeti çekeceksin başarısız olma ihtimalini de hiç düşünmeyeceksin.
32 yaşındayım, ömrümün yarısını avare olarak yaşadım, işim hep köy okullarında geçti. artı olarak da televizyon karşısında. başkalarının inanilmaz hayatlarını izleyerek, hayal ederek başkalarını. dönemlik olarak yapmak istediğim şeyler oldu. fakat o azim ve güdülenmişlik en fazla bir yıl sürebildi.
amaaan! her şey fani. kimse bu fani dünyada kahraman değil ki. di mi?
şimdi de bana mutluluk veren durumları düşünüyorum da gülüyorum, ha ha ha. bu inançsızlık beni öldüreceeeek. bir de tembelim...
niye bunları yazıyorum ben, çünkü çok küçük olan bu dünyamdan çook sıkıldım. beni heyecanlandıran bir şey katmalıyım.
bir doktor olsa ve bana güdü erek aşısı yapsa da şu kısacık hayatımı rastgele yaşamaktan kurtulssam.
bu gün öğrencilerime 'robotlar' filmini seyrettirdim.onlarla ben de seyrettim. ben çok sevdim filmi. çocuklar ise şu şekilde izledi:
5. sınıftan akıllı bir öğrenci filmdeki esprilere gülüyor, arkasından diğer öğrencilerin gülmesi takip ediyor. film boyunca, bu sit com dizileri gibi, sıra ile nerde güleceklerini bilemeyen 20 kişi akıllı öğrencinin gülmesini takip etti.
filmde klasik roller vardı. çok kötü robot olan........ ve çok kötü olan annesi. katışıksız iyi olan ise radni. ağzından kötülük akan kötü robot (adını hatırlayamıyorum, çünkü unutkanlık var bande.)
kötü olan annesinin fişfişlemesi ile eski model tüm robotları ıskartaya çıkarmaya çalışıyor. yoksul fakat katışıksız iyi olan radni büyük kötü güce karşı çıkıyor, diğer eski model robotları etrafında birleştirmeyi başarıyor. bu arada filmin neşesi olan şaklabanı' (adını unuttum, çok sevmeme rağmen) robot hareketleri beni çok eylendirdi. robotların dümyasına özendim ilk kez bu film sayesinde.

16 Kas 2005

denetlendim

bu gün müfettişler geldi.o sırada iğrenç madımak konservesi yiyiyordum.binbir güçlükle temizlediğim köhne müdür odasının halıfleksini yeni sermiştim.odaya bir hava katmasın diye. arkadaşım onu atacaktı.ama ben ''bana verir misin?'' dedim ve o bana verdi. gerçekten de istenilen sonuç elde edildi. artık oda havalı, nispeten sıcaktı.
fakat gelen giden, köyün çamurunu bu cancağzım halıflekse getiriyordu. ben ise gözümü sevgili velilerimin ayakkabılarından ayıramıyordum. tek lüksümüz bu halıfleks idi.
ali müfettişlerimiz ayakkabılarındaki naçizane çamuru dışarıda bırakmaya kıyamadılar. hoooop, hepsi içeri halıfleksin üstüne. yapış yapış, boklu çamur,köy yolunun çamuru.
diyaloglar:
- tuvaletler ne zaman yapılacak?
-köylü pancar işini bitirdikten sonra.
-okulun duvarını da yaptır
-tamam.
-holdeki atatürk köşesini yaptın mı, göster.
-işte.
-yangın köşesi?
-işte.
müfettiş çamurlu ayakkabılarını masanın yatay halindeki demire siliyor
-künye defteri? şu, bu defteri...
-işte, işte,...
-planlar ya planları yaptın mı?
-yaptım yaptım, işte.
diğer müfettiş sınıfa soruyor:
-8. kata çıkman gerekiyor. yanına bir kilo pamuk yada bir kilo demir almak zorunda olsan hangisini tercih edersin?
-demiri alırım, pamuk alırım, falan filan...
doğru cevabı bir kişiden alıyor. müfettiş dışarı çıkıyor:
-hocam saat 12.00 oluyor, gidelim.
hoop gidiyorlar.
ben arkalarından bakıyorum, 'neydi bu?' diye.
-600 sayfalık bir yıllık plan ve bir o kadar günlük planla kala kaldım ortada.
'daha bitmedinin derin hakikatini kavrayarak, kuyruğumu kısıp sınıftaki curcunaya dalıyorum.

14 Kas 2005

kötü gün

5 sınıf bir arada. hepsi gözüme bakıyor ve ben nerden başlayacağımı, bu gün kimleri harcamam gerektiğini bilemiyorum. bu sevgi dolu bir ifade değil.bir bocalama ifadesidir.eveet,önce ödevleri kontrol etmeliyim. hayat bilgisi ve fen teknoloji anlatmalı. birinci sınıflarla tekrar yapmalıyım. hiç bir sınıfı boş bırakmamalıyım...
ödevler yapılmamış, korkak bakıyorlar gözüme. ben ise ceza vermeliyim. oysa cezalar tükenmiş, daha sert bakıyorum.kendimin inanmadığı nasihat, nasihat ve onlar sadece korkmuş durumlar.
1. sınıfları azarlıyorum,arada bir sinirle kafalarına vuruyorum. bunu yaparken diğer sınıflar etkinliklerini bitirmiş kontrol etmemi bekliyorlar. çalışkan öğrenci ödevlendirsem de sürekli soru soruyor, ben ise konuyu bölüyor, o' na anlatıyorum; çok çalışkan ve zeki bir çocuk.
yapamıyorum diye 1. sınıf gülser ağlıyor. o'nu sakinleştiriyorum, zaman ise hızla geçiyor. yaptığım her şey eksikmiş gibi geliyor. konuları anlatırken lanet olası milli eğitim müdürlüğüne 3 yazı götürülmesi gerektiği geliyor, telaşlanıyorum...
hademe geliyor, yağmur altında kalan kömürleri ne yapmamız gerektiğini soruyor. kömürler çok ve ağır. çocuklara yaptırmak istemiyorum, velilerin hepsi pancar işinde. ve kömürler ıslanıyor...
öğle arası: çocuklara sınav sorularını hazırlıyorum, bilgisayarda gerekli tutanakları çiziktiriyorum, kek atıştırıyorum, işler yetişmiyor...
çocukların hepsine hikaye kitabı okuyorum,herkes rahat,keyif aldığı işi yapıyor.