15 Oca 2009

daha önce yazdıklarım

11.01.09

nöbet yerimden yeni çıktım, canım hiçbir şey yapmak istemedi. yeni oluşturduğum müzik klasörümü açtım ve oturup biraz ağladım. delilik bu yaptığım. salya, sümük ve bir sürü kağıt…

şimdi iyiyim. Ajda pekan, ‘kim ne derse desin aşk için…’ söylüyor.

gözüm bir kitap ayracına takılıyor. Üstünde ‘ hanna, tanrı’nın küçük meleği’ yazıyor. tanrının küçük meleği olmak nasıl bir şeydir ki? masum bir yüz var ki ayracın üstünde, içimi delip geçiyor, bir de metalica’nın apocalyptica’sı da çalmaya başlayınca resim sanki bana sarılıyor gibi oluyor.

uzun amandır okumaya çabaladığım kitaba yurtta başladım. aslında beni bayağı içine aldı ama hayal kurmak, bir ergen gibi, beni çoğu işimden alı koyduğu için kitapta bir türlü ilerleyemiyorum.

kitabının yazarı, j. D. Salinger. ‘çavdar tarlasında çocuklar’ ‘İsyankar bir ergenin romanı’ diyor kitabın arkasındaki tanıtım yazısı:

hiçbir dönemde asi olamadım. olmak isterdim herhalde. şöyle dileğince kuralları çiğnemek, çiğnerken kendini özgür hissetmek, yeterince tembel olmak, okulda öğretmenlerimle dalga geçmek. yaptığım küçük kaçamaklar bile, midemde büyük kramplara neden olurdu, yani kuralların kızıyım maalesef.

o kadar dağıldım ki… iyice tembelleştim. bir bakıyorum çok çoşkuluyum, bir bakıyorum sönmüş volkan gibi sessizim ama kafam hiç durulmuyor. binlerce düşünce beynimde çarpışıp duruyor.

çook uzun zamandır, herhangi bir konudan emin olmamanın huzursuzluğunu yaşıyorum. arada bir yerde olmak ne kadar da yorucuymuş. aslında dışardan çok net görünüyorum. bazen öyle bir taraftar gibi görünüyorum ki kendi kendime şaşırıyorum. benimki anlık taraftarlık; ya karşıdakine çok gıcık olduğumdan, ya da o anlık heyecanımdan birden bire fanatikleşiyorum. kafamdakiler o kadar net gibi algılanıyor ki… gel de aslında hiçbir şeye inanmadığımı anlat. her şeyden kuşku duyduğumu söylesem kimse inanmaz. yani o kadar netmişim gibi hareket ediyorum…

aslında şimdi öyle bir şey yapmıyorum. uzun zamandır kimseyle tartışmıyorum. içimden gelmiyor. ‘ne gerek var,’ diyorum. daha önce pek umurumda olmazdı ama onun salak olduğunu, benim ise bir dahi olduğumu yüzüne vuracam ya, derdim o. neyse ki bu dönemi atlatıyorum.

şimdi, blues brothers-boom boom boom, dinliyorum. çok güzel. yazarken ellerim ritme uyum sağlıyor gibi, boom boom boom…

13.01.2009

bu gün iletişim kurma adına bir sürü pot kırdım. elimde değil kendimi durduramıyorum. gizli olması gereken bilgileri hiç sakınmadan ‘aranız nasıl? olur öyle şeyler…’ gibi salakça, ihtiyaç duyulmadığı halde önerilerimi sıraladım. zıvanadan çıktım ben. ne yaptığımı bilmiyorum. şimdi ‘acaba birilerini zor duruma düşürdüm mü?’ diye içim içimi yiyor.

kendime bir plan yapmalıyım. daha anlamlı ve kendimi iyi hissettirecek şeyler yapmalıyım. böyle kendini iyi gösterme çabasından bana ne?

1- yarın çarşamba, deniz’i zor duruma düşürüp düşürmediğime bakıp özür dileyeceğim ve dürüst davranacam.

2-gitarı gürcan bey’e bırakacam.

3- telefonu carmen’den alacam.

4- doğal gazı yatırma çabasına girecem, umarım başarılı olurum.

5- ilaç alacam kendime, güzelleşmek için.( No womam no cry, çalıyor, hoş ve tatlı,‘yes man, no crrry)

6- belki kültür merkezine uğrarım.

7. penguen’i ve uykusuz’u unutmamalıyım.

8- Avrupa projesi için ulusal ajans’ta araştırma yapacam…

Planım bile çığırından çıkmak üzere, bir dur alla aşkına…

By…

dün bir film izledim, alt yazılı olmadığı için de ingilizce izlemek zorunda kaldım. yarı yarıya anladım sayılır; Changing Lanes ...
bazen kurulan cümleleri anlamak için defalarca filmi geri aldım. film bittiğinde gece biri bulmuştu. işe gitmek için de 5 saatim kalmıştı. ama ben mesut ve bahtiyardım zira ingilizceyi yarı yarıya çözmüştüm(!)

iş hayatına ve ırkçılık konusuna değindiğini düşündüğüm bu filmi sevdim...

bu gün ise kendimi yorgun hissediyorum. bir de not işleri, sınavlar, öğrenciler eklenince günü zor bitirdim.
matematik sınavını son saat yaptım ve öğrencim cem yetiştiremeyeceğim diye zilin çalmasına 15 dakika kala ağlamaya başladı. bir soruya takılmıştı, çok uğraşmasına rağmen çözemiyordu. arada bir de 'servisi kaçıracam, ne yapacam?' diye söyleniyordu. ben ise onu yatıştırmaya çalışıyordum, 'servisi kaçırırsan ben de seni götürebilirim, sen rahat ol, bak baban da burda...'

yanına gittim ve takıldığı soruya baktım. çok kolaydı. cem rahatlıkla bu soruyu çözebilecek bir çocuktu. sınav ortamı tamamen dağılmıştı, diğer çocukların konsantreleri dağılmaya başladı, onu seyrediyorlardı ve ben de ağlamak üzereydim. bir çok ipucu vermeme rağmen olmuyordu. en sonunda soruyu şekille açıkladım.
son dakikada kafasına dank etti. fakat bir türlü susmuyordu. hem çözüyordu hem de, 'soruyu kendim çözemedim, bana yüz vermeyin, istemiyoruuum!' diye sesli sesli ağlıyordu.

sınavı son saate koyduğum, sessiz bir ortam oluşturamadığım, bu çocuğa ayırdığım zamanı diğer çocuklara da ayırmam gerektiği, soruyu yapamamasının sebebini kendimde aradığım için kendimi çok kötü hissettim...
ders çıkışı inşaatta çalışmış gibi felaket yorgun ve bezgin hissettim...

hiç not veresim yok. kim hangi notu hak ediyor? onu tutturmak mümkün değil. nedir bu not sistemi allah aşkına. saçmalık, herkese yüz vermem gerekir ama veremem. bu sefer hiç emek harcamayan çocuklara iyilik değil kötülük yapmış olurum...

off, herkes için başarı, bir istisna meselesi gibi geliyor ve bu durum beni bıktırıyor...

5 Oca 2009

lütfen 2009!

çok param olsun, ailem ve en sevdiğim arkadaşlarım mutlu olsun, hayatımda hep aşk olsun, çok okunan bir bloğum olsun, şanssızlıklar peşimi bıraksın, en çok annem mutlu olsun, öğrencilerim çok başarılı olsun, evim ısınsın, kimse umurumda olmasın, güvenim tam olsun; israil, filistinden çekilsin, amerika kahrolsun, israil hit'leri hatırlasın, açlık olmasın, cehalet olmasın, herkes istediği ile spor için yatsın ve bundan utanmasın, yalnızlık olmasın veya yalnız olmanın önemi olmasın, hep aynı şeyler okunmasın, dolmuşta en öne yalnız binilmesin, anneler oğullarına yada gelinlerine mahkum olmasın, sağlık olsun, bilim adamları mutluluk duygusunu sürekli kılsın, acı tadılmasın, farklılıkların önemi kalmasın, tüm çiçekler aynı güzellikte olsun, rekabet olmasın, müzik olsun, resim olsun, sinema olsun, roman olsun, bir de okan bayulgen, brad ve tom hiç yaşlanmasın yada kimse yaşlanmasın, ölüm olmasın...