15 Eki 2008

bayram

bayram tatilinin bir bölümünü zonguldak'ta geçirdim.
zonguldak'a giderken otobüs şöförü ve muavini, gecenin üçünde, çekirdek çıtlıyorlardı. şoför çitlerken kendinden geçmiş gibiydi. bir yandan tek elle direksiyonunu yönlendirirken, bir yandan da öteki eliyle hızlı hızlı çekirdekleri ağzına götürüyordu.
ön sırada oturan ben onları izlerken, bir insanın çekirdeğe olan aşkını ve tutkusunu anlamakta zorlanıyordum. özellikle muavinin tabakları boşalınca anında avuç avuç çekirdek ilave edişi, olayın şaşkınlığını yaşayan yanımdaki diğer yolcunun da bana anlamlı anlamlı bakmasını ve gülümsemesini sağladı. çekirdek çok lezzetli olmalıydı. şoför ve muavinin kafaları omuzlarının ardında kaybolmuş, bu ikisi ortadaki tabağa kilitlenmişlerdi.
yolculuğumun sonlarına doğru şöföre, "varmamıza ne kadar kaldı?" diye sordum , şöför muavinine, "kaldır yavrum şu çekirdeği," dedikten sonra bana, "on dakika daha var," dedi. sorum şöförü kendine getirmiş gibi görünüyordu...

zonguldak hakkında pek bilgi sahibi olamadım ama karadeniz'i bol bol seyretme olanağı buldum.
aşırı dalgalı olacağını düşündüğüm deniz çarşaf gibiydi.

üzerinde irili ufaklı balıkçı tekneleri vardı. orada balıkçılık çok yaygın olduğu için bu tekneler bazen sayıca çok oluyordu. büyük bir gemi limanın dışına demirlemişti. (dışına; çünkü, arkadaşım nalan'ın anlattıklarına göre, ancak böyle limana ödemesi gereken parayı ödemekten lurtulabiliyorlarmış.)

bütün bunları nalan'ın evinin penceresinden izledim.

deniz o kadar sakindi ki-
evin penceresinden her bakışımda yeni ve öncekilerden çok farklı bir manzarayala karşılaşıyor gibiydim.. teknelerin sayısı her bakışımda değişiyordu ama hiç onları hareket ederken göremedim, bu iş nasıl bir iştir anlayamadım. daire çizerek konumlanan teknelerin çorum'a vb. da yetecek kadar balık tutabiliyor olmaları garipti doğrusu.

akşamları nalan'ın eşi ayhan bize balık yaptı; bir akşam barbun, bir akşam da hamsi yedik. çok güzeldi.
bir kaç gün sonra nalan'ın kardeşleri de gelince yemekler daha da bir lezzetli oldu.
dört gün içinde o kalabalığa alıştım.

şimdi çorum'dayım.

masumiyet müzesini bir çırpıda okudum. bir ara, kitabın ortalarında sıkılır gibi oldum. bazen kendini tekrar ediyor gibiydi. fakat sonunu yeterince yaratıcı bulamadım. bir de kitap i (korkarak yazıyorum) ayakları yere basmıyordu sanki...
bayramdan sonraki ilk hafta sınıfta leyla gibiydim. yorgun, biraz gripli, biraz da heyecanlıydım galiba.

sideorderoflife'ı seyrederken, tekrar fotoğrafa ilgi duymaya başladım. yakında fotoğraf eşliğinde gerçek aşk hikayeleri yazmaya çalışabilirim(!) böyle bir işimn olmasını isterdim.

-endişeli peri ve hastalarımdan öğrendiklerim'in yazılarını özlemişim...

-emine'yle falcıya gittim ve çok eğlendim.

-iki gün önce nalan, süpriz bir doğum yaptı. her şey yolunda!

-benim hala internetim yok.

-sınıfta son derste telefonum çalınca öğrencim berkan kızarak, "kapat şunu ya!" diye bağırdı. ukala şey...

0 yorum var: