28 Tem 2012

urla..

her kahvaltıda, 'yarın denize gidelim' planını yapıyorduk.böylece uzun ertelemelerle ancak 'iki hafta' sonra  saat on altıda yola düşebildik. navigasyonu da yanımıza aldık. aslında yolu biliyordum, daha önce gittiğimiz gibi, çeşme, çeşme diye tabelaları takip edecektim, urla yazan yerden de sapacaktım. aslında navi'ye ihtiyaç yoktu ve ona hiç güvenmiyordum. daha önce onu her denediğimde, 'sağa sap' diyeceğine, 'sola sap!' diyordu. yanlış komutlar beni çok sinirlendiriyordu çünkü dört yüz lira vermiştim ona. görmek dahi istemiyordum. yanlış mı yüklenmişti ne?

erhan, 'navi'yi kuralım mı?' dedi, 'gerek yok,' dedim ve gerçekten de, çeşme çeşme, deyince urla diye yazıyor, oraya da varıyorsun. vardığımızda saat beşti.


hava hala çok sıcaktı. biz de acıkmıştık. öncei gelişlerimizden bildiğimiz yerde balık ekmek, yedik.

gözüm, daha önce lokmalarımızı ağzımızdan çalmaya cüret edebilecek kadar cesur ördekleri aradı ama bu sefer yoktular. nerede takılıyorlar acaba?

yüksekçe, denizin hemen kıyısında bir masaya . oturduk. uzun uzun denizi seyrettik. ohh mis gibi. kalabalık da değil..

sıcaktan mı nedir, deniz gözüme bulanık geldi. bir tarafta yosunlar bir tarafta insanlar yüzüyordu. köpük gibi bir şeyler de vardı. acaba  insanlar mı denize işiyordu? bu yüzden mi bulanık görünüyordu? fakat umursamadık. biz de atladık denize.

su, ılıktan çok sıcak gibiydi. termal su farz edip yüzmeye devam ettik. yüzdük, yüzdüm, yüzdüm.selülitlerim erisin diye bir yılda yapmadığım egzersizleri yaptım. o gün bitecekti selülit derdi. çılgındım: aç bacakları, şimdi de yukarı aşağı yüz, nefes al, ver, tamam şimdi de..

erhan ise suda daha çok kalabilmek için çabalıyordu. konuştuğunda ya da güldüğünde kafası yavaş yavaş suya gömülüyordu. sonra hemen ayaklarını basabileceği kıyı bölgelere doğru arkasına bakmadan geri yüzüyordu. 

tekrar yanıma geldiğimde, onu rahatlatmaya çalıştım:
'bak şimdi,' dedim.'kendini kasma, rahat bırak, kastıkça batarsın. bak bana, bacaklarımı bile oynatmadan durabiliyorum. sen de yapabilirsin, düne kadar ben de öyleydim' derken erhan, ' tamam da, ben senin iki katın kadarım.' deyiverdi ciddi ciddi..

dediği şeyin anlamsızlığının farkına vardık ve gülüştük. tekrar batmaya başladığı için erhan geri döndü. ben de egzersizlere devam ettim.

akşamın karanlığında tekrar yüzmek istedim ve atladım canım denize. suyu serinlemiş,köpükler yok olmuş, bulanıklık yerini berraklığa bırakmıştı. tepede ay ve yıldızlar. denizde yalnızdım. karşımda erhan oturmuş beni seyrediyordu. 'gel!' dedim ama istemedi. omuz silktim. yüzmeye devam ettim. sarılma anında hissettiğim sıcaklığı o an hissediyordum. suyla sarmaş dolaş gibiydik. mutluluktan uçuyordum..

dönme vakti gelmişti.kafenin ikramı kahveyi yudumladıktan sonra, tekrar görüşmek üzere, arabamıza bindik. saat 21:30'du.

fakat otobanı bulmalıydım. tabelalar yön gösterir umuduyla yol almaya başladık. git git, tabela yok. şehir içinden, yani deniz kıyısından ilerliyorduk. böylece balçova'ya kadar gider ama bornova'yı bulamayabilirdim: en iyisi otoban! oradan rahat bulurum.

25 km ilerideyken ,erhan  navi'yi çıkardı, rotamızı belirledi.
kadın, dönmem üzerine emirler yağdırıyordu. ben ise,' niye döneyim yaa?'diye kuşku içindeydim. güvenmiyordum ona! ama risk almaktan başka şansım yoktu, yoksa iyice karışabilirdi.
sonuçta ikimiz de onun dediğini yapmaya karar verdik.

'yine yanlış yere götürüse allahıma vuracam, kıracam lan, umrumda değil hiç bi şey valla..' diye mırıldanıyordum. lakin bir baktık ki, biz yine urla- gelinkaya'ya geri gelmişiz. tam o sırada, erhan navi'yi aldı ve kurcaladı. sonra hiç ara vermeden, yanağıma bir öpücük kondurdu: 'yaa, ilk adresi silmemişim de  o yüzden geri getirdi' dedi.

demek ki navi nin günahı yoktu. meğer insan hatasından hep yanlış yere götürmeler..
naviye o an duyduğumuz saygı ve sevgi had sahfadaydı.

erhan yeniden kurdu. yine geri döndük, otobana çıktık. fakat ben, kısık gözlerle pis pis  erhan'a baktım.

kgs kartımızı da başarıyla kullandık, eve de vardık. saat: 23:30 idi.

0 yorum var: