20 Şub 2008

tatilden sonra

sınıfa girince tüm kafa yorgunluğumu kapının dışında bırakıyorum.
öğrencilerime öyle bir sarılıyorum ki nerdeyse boğuyorum. böyle durumlarda yani sıkıntılı olduğum dönemlerde onları kendime daha yakın hissediyorum. onlarda aynı şey gerçekleşiyor mu, bilemiyorum.
gerçek bir kahkahayı ancak sınıfımda atabiliyorum.
sonra, kapıdan dışarı çıkıyorum. kara düşünceler ve acılar kapı eşiğinde durmuş beni selamlıyor ve birlikte yürümeye başlıyoruz;
hayatımın ellerimden nasıl kayıp gittiğini ya da aslında kayıp giden bir hayatımın hiç olmadığını, uçağa hiç binmeme rağmen filmlerde söylenen o hava boşluklarını çok iyi bildiğimi, kafama dayıyorlar.
bir de okuldan eve yürüyerek geldiğim zaman beni iyice bunaltıyorlar. hızlandığımda onları biraz arkada bırakabiliyorum gibi geldiğinden eve çabuk varıyorum.
bir de geçen gün brad pitt'in yani jesse james'in filmini seyrettim. baştan sona depresif bir romantizmin hakim olduğu filme hayran kaldım. filmde görülen atlar, köpekler, ağaçlar bile çok iyi oynamış, gibi geldi. en çok da filmin müziği ve fotoğrafları aklımda kalacak gibi görünüyor.
her neyse, sonsuzluğun sonsuzluğunda sonsuz bir yalnızlıkla ve kararsızlıkla öğrencim görkem'in bir esprisiyle yazımı bitirmek istiyorum:
ödevleri kontrol ederken görkem parmak kaldırdı:
-öğretmenim, insan yapmadığı bir şeyden ceza yer mi? dedi.
- yoo0! dedim. o da:
- o zaman ben ödevimi yapmadım, hııı, dedi.

7 yorum var:

endiseliperi dedi ki...

ne diyeceğim,bak, oğlum arçil, taa okula ilk başladığından beri sınıfta çok şaklabanlık yapıyor. şimdi 8. sınıfta ve hala öyle. yıllık için onun hakkında yazan arkadaşları hep, çok komik, bizi hep güldürür, filan diye yazmışlar. ben uzun süre, çok uğraştım, yapmasın böyle, ciddi olsun, ne bu laubalilik filan diye. ama yapılacak da bir şey yok, arçil böyle. ben de şu OKS hikayeleri geçsin, onu gelecek yıl tiyatro kursuna göndereyim istiyorum. müjdat gezen çok popüler buralarda.

işte böyle, sanırım doğru bir şey yapacağım (ki ben oyuncuları pek sevmesem de. bazen beklediğimiz gibi olmaz hiç bir şey. beklentilerimizi gerçeğe çok yaklaştırmamız gerekir ki üzülmeyelim. hepimiz için böyle bu. senin için de... dünya karamsarlık dayatır durur, bir düşünme biçimini geliştirmemiz gerekir ki, sağlam durabilelim, neşemizi koruyabilelim azıcık da olsa.

neyse, bildik şeyler söylüyorum. ama belki yine de aynı teselli sözlerini, aynı bildik önerileri duymak da iyi gelir insana.

sevgiler.

milan dedi ki...

peri, belki de benimki kişilik meselesidir. başka bir milan olmadan hikayeye nasıl bir bakış açısı kazandırabilirim, işte onu bilmiyorum.

endiseliperi dedi ki...

milan, hayatta benim kadar değişen biri az bulunur. bu normal mi, bilmiyorum ama, gerekli miydi diye sorarsan, çoook, derim. insan değişir, değişiyor. arçil için yazmıştım ya, insan çocukluğudur, temel olarak. sonra ben, okuyup öğrendiklerim, arkadaşlarım, sevgililerimle,mesleklerimle birlikte hep biraz değiştim sanki. üniversitedeki benle, bir kurumda avukatlık yapan ben, reklamcılık yapan benle şimdi evde oturup aldığı tencereleri yazan ben arasında ne çok fark var. öyle ki, aynı kişiler olmamız bile zor görünüyor:)sen diyebilirsin ki, aa bu da anormallik değil mi, şekerim? (muhtemelen şekerim demiyeceksin:)öyle ya da değil ama insanın değişebileceğinin bir kanıtı en azından.

biz kendi kişiliğimizi korumak için sıkı sıkı tutunuruz ona. sevgililerimle en çok kavgayı bu nedenle yaptım. sanki, tüm müdahaleler kişiliğime yapılıyormuş gibiydi. yalan mıydı? eh, biraz doğruydu düşüncem ama yine de şu anki halimden hoşnut olduğuma göre (boş yere demiyorum bunu da, tüm o artistlikleri, sığlıkları atıp daha samimi, daha içten, daha komplekslerinden arınmış biri oldum en azından. sanki daha da şefkatliyim. hep sert ve alaycı görünürüm. geçenlerde bu itici özelliğimi farkedip, daha az alaycı olmaya çalıştım ve sanki daha hoş oldu iletişim, mesela)değişmek o kadar da kötü değil.

eleştiriler can sıkıcıdır. ben de hiç tahammül edemiyorum. ama her küçük meselenin peşini, beni ikna edinceye kadar bırakmayan bora'nın eleştirilerini çoğu kez çığlık çığlığa kaçmayı istesem de, samimiyetle düşündüğüm zaman, bazen doğruluk payı buluyorum.

sen kendin olarak sevilemediğin endişelerini taşıyor olabilirsin ki, karakterimize ilişkin eleştiriler hep bunu hissettirir. öyle hissetmemek gerek. bunu kabul edince de, yahu ne diyorsun, dur bi düşünelim filan diyince sanki sağlıklı bir iletişimle hoş bir şey olabiliyor sonunda.

şimdi haddimi fazla aşarak çok konuştuğumu biliyorum ama, bunları kendimden bildiğim için söylüyorum. yani bu sorunlar hep paçalarıma dolanıp duruyor benim de ki şu yaşıma geldim. iyi bir şey bunları düşünmek de inan.

ama sen üzülme şimdi. sabahın köründe okula gidecek çocuklarımızla kahvaltı masasında senden bahsettim."öyle dertli ki, ama sınıfın kapısından girince, çocukları görünce tüm derdimi unutuyorum, diyor," dedim."bir öğretmenin mesleğini sevmesi ne güzel bir şey!" arçil dedi ki, "sınıf öğretmeniyse olur böyle. onlar seviyor mesleklerini." :)

sevgili milan, aslında tüm bu yazdıklarım daha az üzülmen ve neşelenmeni sağlamak için. ama ben pek sağlayamıyorum bunu, dolambaçlı bir ifade tarzım var.

sen yine de kastımı anlayıp, üzülmemeye çalış, olmaz mı? hem bahar geliyor, yürüyeceğiz, selülitlerimizden kurtulacağız, çiçekli elbiseler giyeceğiz, ben değişik rujlar filan da alayım istiyorum, ki aslında hiç kullanmam. hayat dediğinde üç aşağı beş yukarı bunlar valla.

:)

sevgiler çok.

not: tekrar okumayacağım yazdıklarımı, yoksa silerim. hata filan varsa, affet artık.

albatroslar dedi ki...

Üzülür müsün bilmiyorum ama bu fıkrayı çok önceleri duymuştum öğrencilerden.öpüldünüz.

milan dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
milan dedi ki...

yalçığım,
bana da çok orijinal gelmemişti ama üzerinde de çok durmadım...
sevgiler...

endiseliperi dedi ki...

yalçın bey, zaten önemli olan da fıkranın kendisi değil, milan hanım'ın sevgili öğrencilerine yaklaşımı.