21 Mar 2008

çocuk istismarını durdurun!


ilkokul dönemlerinin yaz tatillerinde, ablamın eşi yurt dışında çalıştığı zamanlarda korkmasın diye ablamın yanında kalırdım. çok da sevinirdim. çünkü yemekleri çok lezzetliydi.
o zamanlar bayrak radyosu'nu dinlerdik. şu an 53 yaşında olan ablam, geçmiş aşkını, pişmanlıklarını, geçmişe olan özlemlerini, komik hikayelerini hep bu radyo eşliğinde bana anlatırdı. balkonda oturur, bağımlısı olduğum lezzetli yemeklerinin eşliğinde esmeray ''gel teskeree! gel teskeree!'' derdi.
bir de trt3 vardı ki klasik müziği onun sayesinde tanıdım. trt fm'de de gece 24.00'te (ismini hatırlamıyorum) bir erkek spikerin buğulu bir sesle sunduğu programlar olurdu. tabiî ben de o sıralar ilkokulda öğretmenime aşıktım. buğulu ses eşliğinde o yaşta onun için ağladığımı, bir türk filminde olduğu gibi; büyüyüp, güzelleşip karşısına çıkacağımı hayal ederdim. yanlış anlamasından korkmama rağmen (her ne demekse?) ablama öğretmenimi anlatmak için sabırsızlanırdım.
o günlerde ablamın kayın babası da çok içki içerdi. elinde sürekli çikolata, bisküvi, sakız gibi şeyler olurdu. gördüğü çocuklara da ''gel, seni öpeyim.'' dedikten sonra öper, çikolatalarını ellerine sıkıştırırdı. yemeklere düşkün olan ben de bu öpücüklerden nasibimi almıştım. yanaklarımıza konan öpücüklerinden hiç hoşlanmazdım. ancak hayır da diyemezdim. 'hayır' demek için geçerli bir sebebim yoktu.
işte böyle...

4 yorum var:

endiseliperi dedi ki...

yazının başında biraz şaşırdım, gel tezkere, gel tezkere kısmında ise uçtum!:)

ben küçükken kimse benimle 'özel hayatını'paylaşmazdı. 'izin verir misin, özel bir şey konuşacağız,' diyerek sepetlenirdim odalardan. hala da 'kadın' denilince benim için sır dolu, ne yaptığını, ne istediğini bile, ideal olanı bilen bir cins gelir aklıma. hala da öyle. bir şeylerle uğraşırken, ev işlerinden tut da, sevgili seçimine kadar, acaba normal zeka ve yetenekte, ortalama bir kadın bunu nasıl yapar, diye düşünürüm. ideal olandan, kapı arkasında özel şeyler konuşan o kadınların yapacağı gibi yaptığımdan hiç emin olamam. hiç kadın olamadım, diyebilirim. bir ev kadının yapıp ettikleri benim için zihinsel bir taklit sürecidir öncelikle. böyle olmakla birlikte, kardeşim, 'sen, diyelim ki bir köyde yaşıyor olsaydın yine hep biraz tuhaf olurdun' derdi.

tuhaf olmayı sevmiyor değilim ama, zor tarafları da yok değil.

o öpücük isteyen büyük akraba erkeklerin tacizini bir kez yaşadım. 5 yaşımda filandım ama dün gibi aklımda. bir ağbiydi ve biz arkadaşımla iskambil kağıtlarıyla kendimizce oynuyorduk. sizinle oynayayım, demiş, kucağına alıp öpüp, bacağımı okşamıştı. ben de hemen kalkıp ablama gidip söyledim. eh, bir şey olmadı, böyle şeyler konuşulmaz, biliyorsun.

hah, odalardan kovalanınca, aşağıya, bahçeye iner, karıncalarla ve evet solucanlarla:) oynardım. evet iğrenç, iğrenç ama, o küçük yaratıkların yaşam mücadelesini izlemekten, onlara engel olmaktan, hatta öldürebileceğimi bilmekten hem ürker hem de biraz zevk alırdım. biz solucanı yılanların küçüğü sanırdık o zamanlar. vahşi hayata bu denli yakın olmanın korkunç çekici bir yanı vardı:)

diyorum ki bir de, bu ülke hakkında dertlenmeyi gündelik hayatın bir parçası haline getirdiğin an hapı yutuyorsun. hayat, insanlar, geçmiş, gelecek hepsi binbir endişe ile zihne musallat olmaya hazırdır. senin iyisi mi başka pencerelerin de olsun. o pencerede bahar gelsin, sevgilin gülümsesin, kızıl saçlarına minik çiçekli bantların ne hoş olacağı olsun, akşama çikolatalı bir kek mi yapsam, olsun...

sevgiler.

milan dedi ki...

peri,
'tuhaf' kelimesi bana da çok uyuyor. ama normalleşmeye çalışıyorum; iş yerimde ilgilenmediğim konulara karşı ilgili görünmeye çalışıyorum, bazı olayları gereğinden fazla önemsiyormuş gibi yapıyorum, iltifat ediyorum.(tuhaf kaçıyor bazen) yapmayacağımı bildiğim halde yemek tarifi alıyorum...

bu da beni çoook yoruyor... ama iyiyim onlar da aynı şeyleri yapıyor

endiseliperi dedi ki...

:)içiniz rahat olsun, zıt kutupların birbirini çektiği kocaman bir yalan.

jerry maugire de ne aptal bir filmdi, yaa. akşam ben de izler gibi yaptım ama, o abartılı oyunculuk, o para! para! lafları, o bağırtı çağırtı, o sözüm ona sıkı dostluk filan, hatta o şirinlik muskası çocuk bile sinirimi bozdu. bir de kardeşim başrol oyuncuları nasıl gereken şeyleri biliyor oluyorlar, sinir oluyorum. yok en sevdiği teyzesi dilsizmiş de falan filan. adamın arabası bozulmuş olsa, en sevdiğim dayım tamirci diyecek. hepsi hepsi berbattı. hem o kadın oyuncu zelwegger miydi, hoşlanmıyorum ondan. öyle suratını ekşitir gibi gülmesi, sanki yüzü kenarlardan çekilmiş de yüzünde gülmeye yer yok gibi. tom cruise da afacan, rahatsız edici bir yaratık gibiydi.

heh heee... amma çattım filme:)

ama eğer seminer yetkin kişiler tarafından veriliyorsa, öğretmenlerin her yıl seminere katılmasını, kültür sanat olaylarına katılmaları için ödenek ayrılmasını, her yayınevinin okulların öğretmenlere özel kütüphanesine kitap göndermesini istiyorum. işte, yetkililere buradan sesleniyorum:)

temizliğe ara verip gelmiştim, hemen işime geri dönüyorum.

sevgiler.

ssbb dedi ki...

Gece(es), ve Müzik
Aykut Sporel