30 Mar 2008

pazar sohbeti


sabah kalkmayla bilgisayarı açtım. gazetelere şöyle bir baktım. biraz hasta hissediyorum galiba... peri'nin bahar sesleri eşliğinde kendime güzel bir kahvaltı hazırladım. biraz evi toplamaya çalıştım. hafta sonumun en güzel gününü, temizlik derdiyle geçirmek istemedim ve vazgeçtim.

şimdi kendime güzel bir kitap seçmeliyim. günlerin nasıl da su gibi akıp geçtiğinden haberim olmamalı...
dedim ya biraz keyifsizim; yüzümdeki kırışıkıkların arttığını farkediyorum. geçen gün iki kat yukarı çıkarken öyle bir tıkandım ki ölecek gibi oldum. kalbim arada bir daha hızlı atıyor. kollarımda bir sarkma sezinliyorum. saçlarımdaki aklar da günden güne artıyor.
bir de tanımadığım çocukların 'abla' yerine 'teyze' demeleri kendimde fark etmediğim değişimleri gözüme sokmuyorlar mı, deli oluyorum.
dün okuldan gelirken, 'hafta sonları halk oyunları çalıştırıyorum' pazara uğradım. yeşil sebzelerin pazar yerinde, marketlere göre daha taze ve coşkulu olduğunu düşünüyorum. tezgahların arasından birine yönelerek, ''maydonos alacaktım?'' dedim. oradaki genç satıcı da, yoksa dede mi demeliydim bilemiyorum(!) bana ''tabi yenge, buyur!'' dedi. çok kızdım. nerem yenge ya? manyak mısın kocamış adam!? dedim içimden.
ölümden korkmuyorum ama yaşlılıktan ödüm patlıyor:
yaşlı iken, genç insanlara imrenme olasılığımdan, hastalıklardan, ölümün bana doğru yavaş yavaş gelirken onu hissetmemden, o yaşlarda genç birine aşık olmaktan çok korkuyorum.

şimdi de içimi açacak bir şey yapmalıyım. gözüm, lawrence durell'in 'justıne' kitabına ilişti. onu okuyayım bari... belki de film seyrederim ya da cildime, memleketimden getirdiğim doğal zeytin yağımla bakım yaparım...

2 yorum var:

endiseliperi dedi ki...

lawrence durrell'ın iskenderiye dörtlüsünü okudum. sonra başka kitaplarını da. iyi bir yazar ama, sevdiğim bir yazar değil. bazen onu neden sevmediğimi yazayım istiyorum. sonra o jilet gibi keskin ve alaycı sözcüklerimin beni o anlığına dönüştürecekleri kişiden korkuyorum. kendi acımasız sözcükleri en çok kendini yaralayan biriyim ben. o nedenle yazmayacağım. ama benim de zaman zaman tekrar ama tekrar açıp karıştırdığım, okumak istediğim kitap iskenderiye dörtlüsü değil mi? öyle. son olarak, kardeşimin cenazesi için adana'dan bursa'ya doğru bir arabanın içinde giderken yanıma aldığım kitap, tuhaftır ki, justine'di. cenaze törenlerindeki o ağırlığı o günlüğüne hafifletmekte öyle ustayım ki, kimse beni pek üzgün göremez. bu, hiç değilse adab-ı muaşeret kurallarına çok aykırı ve muhtelemelen çok ayıplanıyorumdur. daha sonra geceler boyu ağlayarak duvarı yumruklasam da yanlış bir görüntü veriyorum kendim hakkımda. ama herkesin şu çok zor olan hayatla ve de ölümle bir başetme yöntemi var ve hiç değilse bu nedenle saygıyı haketmeliyiz.

iskenderiye dörtlüsünün kurgusuna bayılmıştım. aynı olayların başka başka karakterlerce yorumlanışı beni çarpmıştı. justine'i okumanızı ve dahası diğerleriyle de devam etmenizi öneriririm.

benim sevmediğim, durrell'ın o gösterişli, o albenili, o görgüsüzce kullandığı imgelerin bolluğu. tıkır tıkır işleyen, yağdan parlamış, cevval bir makine gibi. hem beni (okuyucuyu) çok ama çok umursuyor hem de nasıl desem küstahlık derecesinde bir kibir hissediyorum onda.

ama güzel bir sabah, ev işi yaparak mahvetmek istemeyeceğim kadar neşeli bir sabah, ben de justine'i tekrar okumayı isteyebilirim yeniden. iyi bir seçim. lütfen oku sen de. sonra, bir yaz sabahı için, neşeli uynılmış bir yaz sabahı için fowles'un büyücü'sünü şimdiden almanı öneririm. benim tekrar okumak istediğim bir kitap. öyle çok satın alıp hediye ettiğim bir kitap ki, şimdi evde bir tane olsun yok. orijinali var ki, o kitabı ingilizce'den okuyabilmek çok ama çok zor benim için.

eğer bulabilirsen youtube'tan ya da başka yerden cake'in long shirt and short skirt şarkısı var, çok neşeli. şarkıyla, şarkı söylemekle dalga geçer gibi bir tarzları var ki daha neşeli yapıyor bu. neyse, ben bulup dinleyeceğim şimdi. sen de dinle:)

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

ben de şaşkınlıkla farkediyorum ki, yaşlanıyorum. hiç ummazdım kendimden. fiziksel yaşlılıktan çok, halimde tavrımda özentili bir yaşlılık hali de var. seviyorum sanki bu halleri. hiç sanmıyorum ki yaşlanıp, genç birine aşık olayım. şu çok zeki, çok yerinde gülen, insanın içine okuyun o teenager çocuklarına hayranım. ironiyi çok seviyorlar ama yine de kaplarından taşan bir kederleri de oluyor. gerçekten ama gerçekten çok seviyorum öyle çocukları. aşkla dolu, coşkulu bir sevgi oluyor bu. ama seksüel bir şey hiç hissetmiyorum. sen de hissetmezsin. evet, teenager dönemleri arızalı geçmiş bir ülkenin kız evlatları olarak, böyle bir tehlike her zaman olsa da. çünkü hayat boşluğu sevmez ve sana atlayarak geçtiğin her dönemi ek ders olarak tekrar önüne koyar. bu da hastalıklı bir şey yaratır. ama yine de endişelenecek bir şey olduğunu sanmam bu konuda.

bugün büyük yemek yapma günüm. birazdan alışverişe çıkıp sonrasında mutfağa kapanacağım. hadi bana eyvallah.